Her aile, geçmişinde bir göçün izini taşır. Ama bazı göçler vardır ki, yalnızca coğrafya değil, kader de değiştirir. Bizim ailemizin kaderini şekillendiren de, iki ayrı isyanın ardından Antalya’ya uzanan bu uzun yoldur. İlki, Mora’da bir demirci ocağında başladı. Diğeri, Mısır’da bir emir defterinin kenarında…

Bir Demircinin Ocağından, Yeni Bir Hayata: İbrahim Efendi

Babaannemin babası olan Demirci İbrahim Efendi, Mora İsyanı’nın ardından Anadolu’ya sığınan binlerce Türk’ten sadece biriydi belki ama onun hikâyesi, bugün hâlâ bizim ailemizde anlatılan bir hafızadır.
İsyan patlak verdiğinde, Mora’daki Müslüman köylerde hayat bir anda değişti. Camiler yıkıldı, atölyeler yağmalandı, insanlar öldürüldü. İbrahim Efendi, ailesiyle birlikte yola çıktığında yanında yalnızca birkaç parça eşya değil; ustalığını, onurunu ve sabrını da getirdi.
Antalya’ya yerleştiğinde elinde ne arazi vardı ne de sermaye… Ama demirci körüğünü yeniden kurdu. Düğünlerde, cenazelerde, köy işlerinde herkesin kapısını çaldığı bir usta haline geldi.
Cumhuriyet’in ilanından sonra ise, o emek dolu yaşamın karşılığı olarak ailesi, Soyadı Kanunu’yla “Akdemir” soyadını aldı. Bu soyad, hem mesleğin izini hem de tertemiz bir alın terinin gururunu taşıyordu.

İskenderiye’den Antalya’ya: Ahmet ve Mehmet Kardeşler

Öte yanda, Osmanlı’nın güneyinde başka bir isyan gölgeleri uzatıyordu: Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mısır’da merkezi otoriteye kafa tutuyor, devlet içinde devlet kuruyordu.
İşte bu dönemde Ahmet ve Mehmet Efendi adındaki iki kardeş, Osmanlı ordusunda özel bir görevle yer almıştı. Ne bugünkü gibi telgraf vardı ne de radyo… Haber, insan eliyle taşınır; emir, sadakatle ulaştırılırdı. Bu iki kardeş, ordu emirlerini ve resmî belgeleri taşıyan özel görevlilerdi.
Aile içinde bu yüzden onlara “neşar” denirdi. Osmanlıca’da “neşr” kelimesi, “yaymak, bildirmek” anlamına gelir. Onlar da devletin kararlarını cepheden cepheye, bölgeden bölgeye yayarlardı.
Ancak zamanla Kavalalı’nın yönetimi, bu tür sadık görevlere nefes aldırmamaya başladı. İstanbul’a bağlılık, bir anlamda suçtu artık. Ve tıpkı Mora’dan gelen İbrahim Efendi gibi, bu kardeşler de çareyi Antalya’ya sığınmakta buldu.

Aynı Toprakta Kesişen Kaderler

Demirci ocağında şekillenen demir ile saray fermanlarını taşıyan eller, aynı toprakta birleşti: Antalya.
Bugün bu şehir, sadece turizmin değil, aynı zamanda göçlerin ve dayanışmanın da kentidir. Her mahallesinde, her sokağında bu geçmişin izlerini bulmak mümkün.
Bizim ailemiz de o izlerden birini taşıyor. Antalya’da demirci olarak çalışan İbrahim Efendi’nin torunlarıyla, neşar kardeşlerin torunları aynı sofra etrafında oturdu, aynı bayrak altında büyüdü.

Devamı Gelecek…

Bu yazı dizisinin son bölümünde, bu göçlerin ardından gelen Cumhuriyetle bütünleşme sürecini, alınan yeni soyadları ve Cumhuriyet kadrolarındaki ilk adımlarımızı anlatacağım.
Orman mühendisi olan Hüsnü Efendi’nin hikâyesiyle, “Yayıcı” soyadının nasıl doğduğunu ve Antalya’nın çağdaşlaşma serüvenindeki yerimizi birlikte hatırlayacağız.