Yaşamda en değerli şey zaman. Zaman çok hızlı akıyor. Onu durduramıyor, yavaşlatamıyor ve biriktirip bir kabın içinde saklayamıyoruz. Elimizden uçup gidiyor.
Belki son zamanlarda belki bizler yaşlandıkça belki de yeni bir evreye girdiğimizden akış hızlandı sanki. Ya da bizim zaman algımız değişti.
Çocukluk dönemlerimi düşünüyorum. Sanki saatler geçmek bilmiyordu. Sanki günler ve haftalar çok uzun sürüyordu. Yavaşça akıyordu her şey. O dönemleri doya doya yaşadığımız, bol zamana sahip olduğumuz yıllar olarak hatırlıyorum. Sizlerde de aynı duygular olduğunu sanıyorum.
Zamanın bu kadar hızlanması benim canımı sıkmaktan öte bazı durumları da beraberinde getiriyor. İnsanlar aceleci davranıyorlar. Sürekli bir koşuşturma, önüne gelen gündem unsurlarını hızlıca geçiştirme, çevredeki insanlara karşı tahammülsüz davranma, bilgileri çabucak alma ve yenisine bakma aceleciliği şeklinde adı konmamış bir tür hastalığa yakalanmış gibiyiz.
Eskiden kitap okurduk. Saatlerce, günlerce okur ve kitabın bitmesiyle bilgi dağarcığımıza yeni bir şeyler eklemenin hazzını yaşar; yakınlarımıza okuduklarımızı, öğrendiklerimizi anlatarak ikinci bir haz alırdık. Sonra yeni bir kitap, bir yenisi daha.
Şimdilerde bakıyorum da; kitap okumayı bırakmış, kitap özeti okumayı hızlıca geçmişiz. Daha çok görsellerden öğreniyoruz. Burada video web siteleri ön plana çıkıyor. Kendi bilgi ve becerinizi orada anlatıp gelir de sağlayabileceğiniz ortamlar. Bir konuyu tek bir video izleyerek öğrendiğimizi varsayıyoruz. Hatta video izlemek bile zamanın hızlı akışında sıkıcı olabiliyor. O zaman videoyu hızlandırarak izlemeyi seçiyoruz. Ya da birileri bu videonun 15. ile 21. dakikalarını izlesen yeter diye haber veriyor bizlere. Hooop aldık bilgiyi koyduk dağarcığa. Tıpkı kitap özeti okur gibi. İyi de bir romanın özeti nasıl çıkarılabilir ki. Roman bambaşka bir şeydir. Okuması bir sanattır. Anlaması, süzmesi, değerlendirmesi, başkalarına anlatması başlı başına birer iştir. Bir karakter vardır bir kişiye idol olur, yaşamını değiştirir. Bir olay vardır toplumları değiştirir romanlarda. Bazen büyük bir devrimi başlatır. Bazen küçük bir çocuğu dünyayı kurtaran büyük bir adama dönüştürür. Kurgulanması, yazımı, anlatımı, kontrol edilmesi ağır işçiliktir. Yorar insanı. Yazar hastalıkları vardır. Beyne çok fazla yüklenmekten nedensiz yere bir kolu tutmaz birkaç gün. Ya da bir gözü görmez saatlerce. Bir bacağına basamaz. Hiçbir nedeni bulunamaz bu olayların. Yazar hastalığı derler. Beynin isyanıdır kendisine çok yüklenen yazara. Zordur o işler. Gerçek anlamda yazarlar için tabi ki. Bizler şu iki sayfalık yazıyı sizlere sunarken bazen 10 defa baştan sona okuyup kontrol ediyoruz. 200-300 sayfalık bir roman için verilen emeği düşünebiliyor musunuz?
Romanların özetini çıkarmayın hanımlar, beyler. Okuyan okusun. Okumaya üşenen bir video izlesin yeter. Her ne kadar böylece insanlar daha sığ hale geleceklerse de hızla akan zamana maruz kaldıkları için onların da mazereti var.
Uzun lafın kısası; önce uzun uzun öyküler dinliyorduk karlı kış akşamlarında sobanın yandığı odaya toplanıp. Sonra uzun uzun romanlar okuduk. Sonra onların özetlerini okuduk. Zamanımız yetmedikçe videolar, hızlandırılmış videolar, seçilmiş zaman aralıkları… Derken onlar da yetmemeye başladı. Artık insanlar yarım sayfalık afiş niteliğindeki tanıtım yazılarını bile okumaya üşenir oldular. Sanırım önümüzdeki aşama ‘Kartvizit’ aşaması olacak. İnsanlar kartvizitlerdeki yazı ve görseller kadar tahammül gösterebilecek duruma geldiler. Ondan sonraki aşamada ise çip taktırarak her türlü bilgi ve beceri ve hatta anılar bizlere yüklenecek gibi görünüyor. Gülmeyin. Bunu göreceğiz. Hatta görenler de vardır bazı laboratuvarlarda. Komedi filminde izlemişsinizdir. Bir çip takılır. Bir program yüklenir, İngilizce tamam. İstersen Çince. Bir format atılır Türkçe gitti. Bir kod yüklenir Bruce Lee gibi karate yaparsın. Gülmeyin dedim ya.
İnsanın mekanikleştiği, yedek parçalar ile güçlendiği; makinaların/robotların ise hem bio-mekanik hem de yapay zeka ile dönüştüğü bu dönemde her şey mümkün bence. Bizler geçiş dönemindeyiz. Evrimin yeni ara formunu geliştiren nesil 2000’den sonra doğan Z kuşağı ve Alfa Kuşağı olacaktır. Sonraki ise ‘İNSAN 3.0’ olarak adlandırdığım yeni insan. Bir anlamda üst insan. Ya da (robot+yapay zeka+insan) formunun ilkel versiyonu. Ve geliyor. Gülmeyin. Gerçekten böyle görüyor ve böyle düşünüyorum. Çünkü hızla akan zaman bizi buna itiyor. Dünyanın ve gezegenlerin ömürleri tükeniyor. Bir gün güneşimiz bile sönebilir. Antalya sahilleri karanlığa bürünebilir. O zaman geldiğinde şimdiki ‘İNSAN 2.0’ formuyla nereye kadar gidebiliriz sanıyorsunuz? Mars’ta ya da bir başka gezegende yaşam olanağı bulacağız diye birçoğumuz yollarda perişan olacağız. Birçoğumuz oradaki yaşam şartlarına kısa ya da uzun dönemde yenik düşeceğiz. Bir karadeliğe girip başka boyutlara geçme olasılığımız da var. Ancak bütün bunlara et ve kemikten bedenimiz dayanabilecek mi? Bu yüzden kaçınılmaz olarak güçlendirilmiş yeni insan ortaya çıkacaktır. İşte o zaman şu çip meselesi bütün bu zorlu öğrenme ve üşenme süreçlerimizi çözecek. Umudum bu yönde.
Zamanın akış hızını kontrol edemeyeceğimize göre kendi iç dünyamızı ona uyumlu bir biçime dönüştürmemizde yarar var. Sade, dengeli ve dingin…