Sabahın en sessiz anında, ufuk çizgisi kızıl bir perde gibi aralanır. Güneş, yavaş yavaş gökyüzüne tırmanırken, yalnızca denizi değil, insanın içini de ısıtır. Kışın o ilk ışık, pencerenin kenarından süzülüp gözünüze dokunduğunda, farkında olmadan gülümsersiniz. Sanki gökyüzü, “Bugün de buradayım” diye fısıldar. Antalya, işte bu fısıltının şehridir; ışığın, mavinin, umudun cenneti…

Ama her cennetin bir sırrı vardır. Temmuz ve ağustos geldiğinde, güneş artık bir dost gibi değil, ateşten bir hükümdar gibi hüküm sürer. Gökyüzü hâlâ masmavidir ama o mavi, altında kavrulan bir sessizliği saklar. Sokaklar boşalır, insanlar gölgeye sığınır. Kimi kendini serin alışveriş merkezlerine atar, kimi evine kapanır. Evler, kepenk indiren dükkânlar gibi panjurlarını kapatır; içeride, her odada çalışan klimalar, nefes almanın tek yolu olur.

Antalya Yörükleri yazın yükseklere yaylalara gidenler; yayla zamanını güneşin ışınlarının uzamasıyla, sabahların artık güne erken başlamasıyla geldiğini anlar ve yola koyulurlar. Yazın yayla zamanı, kışın sahil zamanıdır onlar için. Ancak artık modern yaşamda hele de tatil özlemiyle yanıp tutuşan şehirlerinde denize girme olanağını bulamayan büyükşehirlerden gelenler için artık temmuz ve ağustos ayları tatil ve sahil zamanı oluyor.

Ancak son iki yıldır tatile gelen yerli turistlerimiz de sıcaktan, güneşin kavurucu ışınlarından şikayet edip nasıl yaşıyorsunuz Antalya’da sorusunu sormadan edemiyorlar. Biz Antalya’nın her halini sevenleriz yazını da kışını da. Öf pöf etsek de bizim şehrimiz cennetimiz.

Antalya’da güneş, ikiyüzlü bir sevgili gibidir. Kışın ruhunuzu okşayan o altın parmaklar, yazın teninizi yakar. Bir yandan yaşam sevinci verir, diğer yandan sabrınızı sınar. Ama biz biliriz ki, onun yakıcı yüzü olmasa, sabahları verdiği huzur da bu kadar kıymetli olmazdı.

Serin bir kış sabahında yüzünüze vuran ışık, yazın sıcağında çektiğiniz terin bedelidir belki de. Hayat gibi… Bazen tatlı, bazen zorlayıcı; ama her haliyle vazgeçilmez. Antalya’da güneşle yaşamak, onunla kavga etmek değil, onunla dans etmeyi öğrenmektir.

Ve biz, bu dansın ritmini biliriz: Kışın ışığa yüzümüzü döner, yazın gölgenin koynuna sığınırız. Çünkü biliriz ki, ışığın değeri, gölgenin kıymetiyle ölçülür.