Derbiyi bir yabancı hakem yönetecek. Vallahi iyi bilirim! Türk Futbolunun en üst liginin çok önemli maçlarını 1970’li yıllara kadar yabancı hakemler yönettiler. Tıpkı uzun yıllardır futbolumuzdan çok şey götüren, futbolumuza azıcık da artı değer katan yabancı teknik adamlar gibi, yabancı hakemler de uzun yıllar düdük çaldılar, boy gösterdiler sahalarımızda.

Ha!!! Yabancı hayranlığı büyüklerimiz istediği için kökleşti. Asıl nedeni açıkça yazmam gerekir, bu icraatı yaratan gerçek, antrenörümüzün de, hakemimizin de yetersizliğidir.
Sormak lâzım, ulema ve ukalalara… Yabancı yönetici de getirmeli miyiz? Taşımalı yabancı seyirci de gelmeli mi maçlarımıza?
Babam iyi bir spor adamıydı… Keyifle takip ederdi futbolumuzu. Gazeteyi tersten okuyanlardandı. Spor sayfalarından başlardı ve çok dikkatli okurdu. Tüm yorumlara göz atardı, her görüşe saygı duyardı.
Maalesef devrin koşulları gereği, maçları radyodan dinlerdi ve dinlerken de çok heyecanlanırdı. Duygulandığını hissederdim, uzak yakın onu gözlerdim, hem sevinçten hem de üzüntüden ağladığını da bilirim. Totem yaptığını ve dualar mırıldandığını, duyardım, görürdüm.
1974 sonrası televizyon girdi evlerimize. Şifresiz idi maç yayınları… O günlerde ve sonrasında babacığımın ne kadar üst düzey bir futbol insanı olduğunu daha çok anladım. Maç dinlerken bile “yavaş oynuyoruz, çok pas hatası yapıyoruz” derdi, izlerken de hatanın nerelerde yapıldığını, neyin eksik olduğunu bizlere aktarırdı.
Türk Futbolu’nda eğitimin dört dörtlük ele alınamadığını, futbolun hem sportif hem sosyal hem de kültürel bakımdan değerlendirilmesini isterdi. Gelişemediğimize dair vurguda bulunurdu.
Etik değerlere bağlı kalınarak bir yönetim biçiminin futbolumuza kazandırılmasının şart olduğunu herkese anlatırdı. Çağdaş ülkelerin futbolundaki güzellikler ile futbolumuzdaki aksayan, eksik yönleri karşılaştırırdı.
Vallahi iyi Fenerbahçeliydi. Fakat Galatasaray’a, Beşiktaş’a, Vefa’ya, İstanbulspor’a, Beykoz’a, Feriköy’e, Şekerhilal’e ve tüm Anadolu kulüplerine saygı duyardı. Severdi hepsini… Fanatik değildi. Gerginliği yaratanlara taviz verilmemesini istedi yıllar boyunca. Her zaman hak edenin kazanmasını arzuladı. Hakeden kazandı da dedi, hakedenin kazanamadığını da söyledi. Nedenlerini görerek, bilerek saptamalarda bulunurdu.
Hakem hatalarının olabileceğini hakemin de bir insan olduğunu ısrarlı bir şekilde tekrar ederdi. Hatayı direk hakemde aramazdı, oynayamayan oyuncuyu, oynatamayan antrenörü de masaya yatırırdı.
Seyircinin edepsizine çok öfkelenirdi. Görüntüleri defalarca izledikten sonra sakız çiğnercesine yorumlayanlara ve hep belden aşağı vuranlara çok kızardı. Çirkinliklerin futbolumuza hiçbir yarar sağlamayacağını, etrafındakilere yüksek sesle duyururdu. Tesadüf ya!!!
Fenerbahçe’nin bugün rövanş maçını oynayacağı Belçika kulübü ile bir anımın da yaratıcısıdır babacığım… 60 yıl öncesine uzanıyorum şu anda…. Bir efsane, bir futbol beyefendisi olan babam, beni 1965’de, “yaşamımda ilk kez” İstanbul’da dev bir maça götürmüştü. Yaz tatilimizin bir iki haftasını İstanbul’da yaşayan halam ve amcamda geçirirdik. Kardeşimle beş, on gün Yeşilyurt’a ve diğer günlerde de Basınköy’e misafir olurduk.
Ödül idi, belki de!
Fenerbahçe, Anderlecht maçını seyretmemizi Necmi amcam arzulamıştı. Eylül’ün ilk haftasıydı. Dolmabahçe (İnönü) Stadyumu’ndaydık. Gece maçıydı. Tribünlerin en üst bölümlerinde yerimizi almıştık. Zaten ufacık tefeciktim, biraz karanlığın da etkisi ile olağanüstü atmosferde kaybolmuştum. Avrupa Kupası maçıydı…
Amcam söylemişti hiç unutmadım. “Statta 35 bin taraftar var Abdullahcığım”. Romanyalı bir hakemin maçı yöneteceğini de amcamdan öğrenmiştim. O zaman Burdur’un nüfusu 20 ya da 25 bin idi. Fenerbahçe Anderlecht ile 0-0 berabere kaldı o gece.
Halâ adı ve soyadıyla saydığım bir kadro vardı sahada… Hazım Cantez, Ercan Aktuna, Şükrü Birant, Ziya Şengül, Birol Pekel, İsmail Kurt, Ali İhsan Okçuoğlu, Aydın Yelken, Şenol Birol, Nedim Doğan, Ogün Altıparmak…
Sadece Nedim Doğan hayatta bu kadrodan… Son kaybımız Ogün…Diğer yıldızların hepsi de rahmetli oldular. Kayıp gittiler yaşamımızdan… İyi ve güçlü bir takım idi. Mor beyazlılar yenemediler sahamızda bizi.
Anderlecht’e bir hafta sonra 5 -1yenildik ve elendik. O günün gazeteleri, İzmir marşıyla göndermişti kafileyi. Cenaze marşı ile karşılamıştı… Tıpkı bugünkü gibi. Hiç değişmedi, bu tür gidiş ve dönüşler… Sadece çok güzel ve değerli bir şeyi hatırlıyorum.
Tribünlerde herkes, GS’li, BJK’li, FB’li ayırtetmeksizin FENER, FENER, FENER diye stadı inletmişti.
Sonra 9, 19, 29 yaşlarımı futbolla dolu dolu geçirdim. 30 yaşındaydım artık! Futbol oynamıştım. Spor Akademisi’nde futbol ihtisasımı yapmıştım. Antrenörlüğe de başlamıştım. Daha üst düzey izliyor, görüyor ve düşünüyordum futbol gerçeğimizi.
Olgunluk evresine doğru da koşuyordum… Maalesef bizim topraklarda yaklaşık 130 yıldır var olan futbol, Türkiye’ye has yöntemlerle kırk yıl önce de, eski ve vazgeçilemez bir sevda olarak yönetilmekte oynanmaktaydı…
Devamı yarın…