Peki, TC devlet yönetimi, bir şirket yönetimine dönüşmüş müdür? Şimdi kısaca bir de buna bakalım. Yani ne kadar merkezileşmiş, demokrasiden uzaklaşarak ne kadar otoriterleşmiş, şeffaflık ve denetlenebilirliği ne durumdadır.

Bu soruların hepsinin de yanıtı 16 Nisan 2017 de yapılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini düzenleyen referandum ile kabul edilen anayasa değişikliklerinin içinde yer almaktadır. Yani şirket gibi devlet yönetiminin alt yapısı referandum ile kabul edildikten sonra Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı olarak görevine başlayan R. Tayyip Erdoğan sistemi uygulamaya koymuştur.

Buna göre devlet yönetimi Cumhurbaşkanının atamasıyla oluşan dört ofis, dokuz kurul ve bakanlar kurulu tarafından yönetilecektir. Devlet politikalarını bakanların üstünde yer alan ofis ve kurullar hazırlayacak bakanlar uygulayacaktır. Bir bakıma cumhurbaşkanı şirketin sahibi veya yönetim kurulu başkanı, cumhurbaşkanı yardımcısı ise şirketin CEO’su durumundadır. Mali ve idari özerkliğe sahip ofisler, kurullar, bakanlar ve başkanlar hepsi de cumhurbaşkanı tarafından atandığı gibi sorumlulukları da cumhurbaşkanına karşıdır.

İl sınırlarını belediye sınırı kabul eden 6360 Sayılı Büyük Şehir Yasası ile yerel yönetimler de merkezileştirilmiş, il özel idareleri kaldırılarak başkanı vali olan Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığı kurulmuştur. Bu yasayla köyler mahalle oldu. İlçe belediyelerinin plan ve imar yetkisi Büyükşehir belediyelerine geçti. Böylece hem merkezi yönetim ve hem de yerel yönetimlerde siyasi merkezileşme sağlanarak yürütme tek merkezde Cumhurbaşkanında toplanmıştır. Yani cumhurbaşkanı, belediyelerin kentlerini yönetimi, planlaması ve borçlanmasına bile onay verip vermeme yetkisine sahiptir.

Fakat asıl önemlisi, yürütme erki aşırı derecede güçlenerek tek merkezde toplanırken, yargı ve yasama yetkilerinin büyük bir bölümü yürütmeye aktarılarak, yargı ve yasama önemsizleşmiş, yönetim demokrasiden uzaklaşarak otoriterleşmiştir. Cumhurbaşkanı ve kanun hükmünde kararnameleri (KHK) denetleyecek olan Anayasa mahkemesinin 15 üyesinden 12 tanesini cumhurbaşkanı atadığı için, denetim şekilden ibaret kalmaktadır.

Parlamentodakiler zaten milletin vekili değil, parti genel başkanlarının halka seçtirmiş olduğu genel başkan vekilleri olduğundan, genel başkanın iradesi dışına çıkamamakta ve genel başkan tek adam olarak devlet başkanı olunca onun istediği her şeyi kabule mecbur bir kurum haline gelmektedir. Yani şeffaflıktan uzak ve denetimsiz, ülke çıkarlarından çok küresel sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir şirket yönetim modeli ülkeye dayatılmıştır diye düşünüyorum.