1980'li yılların başında ülkede neredeyse her gün birilerinin ölüm haberleri geliyordu. Ülkenin içini karıştırıp askeri darbeye zemin hazırlanıyordu. Aynı evde kardeşlerin birbirine düşmanca baktığı zamanlardı. O dönemde benim gibi çocuk olanlar bazı olayları belki kısmen, belki de hayal meyal hatırlıyorlardır. Fakat dönemin gençleri olayların tam ortasında yaşıyor, süreci birebir deneyimliyordu.
Bir büyüğümüzün sözüyle: “Gençler, siz bilmezsiniz o dönemde yapılan olayları; insanlara zarar vermek adına meyve bahçelerini kesen grupları, ahırındaki hayvanları zehirleyen vahşi yobaz tipleri…”
Tam da o dönemde annem, elma bahçesine gitmek için beni de yanına aldı. Yaklaşık 20 dakikalık yürüyüşün sonunda bahçemize gelmiştik. Ev ve bahçe bizimdi fakat elma ağaçları, vahşi yobaz aşağılık bir grup tarafından bir daha yeşermeyecek şekilde dalları kırılmıştı. Dallar o kadar şiddetle kırılmıştı ki, küçücük bir çocuk olarak yaşadığım üzüntü ve manzara hâlâ aklımın bir köşesinde duruyor. Çünkü o bahçe yaklaşık 10 yıl önce kurulmuş, tam verim dönemindeydi ve o bahçeden elde edilen gelirle hayatlarını devam ettiren 5 çocuk ve anne-baba vardı. Hayat tabii ki devam etti; muhtemelen babam bu olayı kimlerin yaptığını biliyordur fakat belki de köyde çatışmalar artmasın diye suskun kalmayı tercih etti.
Meslek hayatım boyunca ülkenin birçok yerinde benzer olayları, sabotajları hep gördüm, yaşadım. Komşusuna kızıp tavuklarını öldüren, hayvanlarına zehirli yem verenler; traktörünün yakıt deposuna şeker katanlar, ilaçlama tanklarına yabancı ot ilacı koyup tüm arazisini yok etmeye çalışan zavallı, kişiliksiz tipler maalesef hep aramızda oldu, olmaya devam edecek. Kendi zihniyetleri açısından bakan bu yaratıkların felsefesi galiba “Eşşeğini dövemeyen semerini döver” atasözünden alıyordur. (Atasözünü benimsemediğimi de ayrıca belirtmek isterim.)
Buca Belediyesi’ne ait bir seranın olduğunu ve seradan elde edilen ürünlerin kent lokantasında kullanıldığını bu yobazlar sayesinde öğrendim. Bu ne oldukları belli olmayan yaratıklar bu kez de Buca’da ortaya çıkmışlar. Topraksız üretim yapılan ve görüntüsüne bakınca oldukça modern ve teknolojik olarak hazırlanmış seranın su tankına yüksek miktarda tuz koyarak bitkilerin ölmesine neden olmuşlar. Aferin size, aslında kafanız çalışıyor; bitki fizyolojisine hakimsiniz. Tuzun bitkiye ve yetiştirme ortamına vereceği zarardan haberdarsınız ama düşünemediğiniz kısım ise topraksız üretim yapıldığı için yetiştirme ortamları yenilenir ve tekrar üretim yapılmaya devam edilir o serada. Sizlerin ise insanlardan aldığınız beddua hiç bitmez. Ben de 40 yılı aşkın zamandır bu bedduanın etkisini yaşıyorum.
Buca Belediyesi’nin sera ve kent lokantası işini öğrenince umarım diğer belediyeler de örnek alır ve üretim yapmaya başlarlar diye düşündüm. Özellikle Muratpaşa Belediyesi bu işe öncülük edebilir. Pandemi döneminde tarımsal üretimin ne kadar önemli olduğunu gündeme getiren bir belediye başkanına sahipler. Ha derseniz onların kent lokantası yok, Adalya Vakfı var, kendi işletmeleri var; oralarda kullanabilirler ürünleri. Büyükşehir ve Kepez Belediyesi kent lokantalarını açmaya başladı; onlar da sera kurulma işine bakabilirler ya da boş alanlarda başka üretimler yaparak takasta kullanabilirler.
Daha önce de söylemiştim; belediyelere tarımsal konularda tecrübem dahilinde hiçbir karşılık beklemeden destek olurum, yeter ki proje iyi niyetli olsun.