Yıllarca sırt çantamı omzuma takıp dünyanın dört bir köşesini adımlayanlara hayranım. Himalayalar’ın doruklarında nefes kesen gün doğumları izleyenlere; Machu Picchu’nun gizemli taş merdivenlerinde tarih kokan rüzgârı içime çekenlere; Serengeti’ye serenat yapan göçü seyredenlere; Bora Bora’da gölgesine sığındığım palmiye yapraklarının altında denizden yükselen meltemle tarifsiz bir huzur tadanlara…

Her yeni ülke, her yeni manzara insana bir ayna. İçimizdeki merakı, umudu ve hayranlığı büyüten bir ayna. Dünyanın güzellikleri karşısında insanın ruhu uyanıyor, kalbi genişliyor, kendi küçük dertlerini unutabiliyor. Kültürlerin bambaşka renkleri arasında gezinmek, bize insanlığın ortak duygularını da hatırlatıyor: Sevgi, merhamet, üretme tutkusu…

Ama işte son durak, tüm yolculukların sonunda bir durak, bir yuva bulmak isteyenlere bir tavsiyem var.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Dünyada cennet denilen çok yer yoktur; Antalya onlardan biridir” sözünü yıllar önce okumuştum kitaplarda. Dinledim ama içimde bir şüphe kalmıştı. Oysa Antalya’ya ayak bastığım an, Akdeniz’in ışıl ışıl mavisiyle Toroslar’ın serin yeşili arasında, Atatürk’ün satırlarının gerçekliğini bütünüyle kavradım.

Kaş’ın denize bej tonlarını karıştıran günbatımında, Perge’nin sütunlu caddelerinde adımlarımın yankısını dinlerken, Aspendos’un tiyatrosunda taşların zamana meydan okuyan sessizliğini solurken başka bir yerde hissetmediğim yerdeydim: Hem tarih hem doğa, hem huzur hem coşku.

O anda karar verdim. Hayallerimdeki gezgin ruhum artık kalıcı bir adrese ihtiyaç duyuyordu. Bu harikulade şehrin doruklarındaki evimde gözümü kapattığımda bir sonraki yolculuğu değil, Antalya’yı düşleyecektim. Sabahları Çıralı’daki ağaçların altında yankılanan kuş cıvıltısı, akşamları Kaleiçi’nin dar sokaklarına sızan sönük ışık, gönlümün inşa ettiği yeni evimi tanımladı.

Şimdi burada, denizle dağların arasında kurduğum hayatımda, dünyanın başka hiçbir büyüsüne değişmediğim huzur var. Seyyah ruhtan yerleşik bir sakinliğe geçiş zormuş meğer. Fakat Antalya’nın cömert iklimi, tarih ve doğanın dansına dalan herkesin kalbine kök salacak bir misafirperverlik sunuyor.

Her sabah balkonumda çayımı yudumlarken gözüm Akdeniz’e, içim ilk günkü heyecana bakıyor. Gökyüzü masmavi, deniz mürekkep koyu; bir zamanlar peş peşe koştuğum bambaşka güzellikler şimdi anılarda saklı. Burada, Antalya’da, tüm o anıların en parlak rengi can buluyor.

Atatürk’ün işaret ettiği cennet, yalnızca bir metafor değil; gerçek bir yaşam alanı. Antalya’nın kumsallarıyla yetinmedim, taşlarıyla, çiçekleriyle, insanlarıyla sevdim; yüreğime nakşettim. Ve bu sevdayı her gün yeniden yaşamak için hayallerimde gezgin ruhumun sırt çantasını usulca rafa kaldırdım.

Şimdi biliyorum ki dünyanın en güzel şehri diye bir unvan varsa, o kesinlikle Antalya’ya ait. Burada insan, dünyayı gezmenin keyfini ruhunda taşır; ama hayatının merkezine, vadilerin ve denizin kucaklaştığı bu toprakları koyduğunda gerçek huzuru bulur. Ben de ömrüm boyunca unutamayacağım bu cenneti seçmiş biri olarak, sevgiyle sizlere selam ediyorum.