Merhaba,

Ülkemizde ki yoğun gündeme rağmen sanatla bezenmiş bir ülkeyi anlatmaya devam edeceğim. İnadına yaşar gibi inadına kültür ve sanat demeye devam edeceğim ve yazacağım. Çünkü içimde ki insanlığı kaybetmemek için insanüstü bir çaba verdiğim dönemlerdeyim ve eminim siz de öylesiniz. Yanan ormanlardan dışarıya salınan suçlulara, hayvanlara ve çocuklara yapılan zulme kadar ne varsa artık duymaktan, konuşmaktan ve hatta inanın görmekten sıkıldım. Çünkü bu garip çözümsüzlük içimi acıtıyor. Ama asla pes etmeden!

İran sanki çok mutlu insanların yaşadığı bir ülke mi sizce, tabii ki değil. Sözde sandıklardan mollaların çıktığı ve artık bu durumdan bezmiş insanların yaşadığı muhteşem bir ülke. Tebriz’den size kısa bir örnek verip hayatımızı karartan siyasi mevzulardan hemen sanata, İsfahan’a döneceğim. Tebriz caddelerinin bazı kaldırımlarında metalden yapılan geçiş noktaları, motor ve bisiklet gibi araçların girmesini engelliyor diye kendi çapımızda sevinirken öğrendiğimiz bilgi karşısında şok olmuştuk. Kötü yürekli yönetim herhangi bir eylemde insanlar sıkışıp bu dar alanlardan çıkamasın, hemen yakalansınlar diye bu tuzakları yapmışlar. Düşünebiliyor musunuz eğitimli, düşünen insanların sayısını yok etmek için yaptıkları çirkinliği. Ama her şeye rağmen o güzel insanlar tıpkı 1979 öncesi gibi inatla yaşamaya ve gülümsemeye devam ediyorlar.

Güler yüzlü insanlarıyla, kültürüyle, estetik mimari anlayışıyla, anlat anlat bitmez İsfahan anılarımda yeni bir güne uyanıp kahvaltıdan Hasht Behesht Sarayı’nı görmek için yollara düştük.

Pers mimarisinin zengin dokusuyla bezenmiş, Sekiz Cennet olarak adlandırılan muhteşem büyülü bir yer Hasht Behesht Sarayı. Bir 17. Yüzyıl eseri olarak bütün ihtişamıyla ayakta duran saray Safevi İmparatorluğu’nun 8. Kralı Şah Süleyman’ın emriyle yapılmış inanılmaz bir yer.

İsfahan’ın sıcak havasında ağaçlarla çevrili Hasht Behesht Sarayı’nın geniş bahçesinde toprak banyosu yapan kuşları ve kargaları seyretmek, tarihin ince nakışlarla bezenmiş anılarıyla buluşmak benim gezgin ruhumu besleyen yegane şeydi diyebilirim. Kocaman bahçenin her yeri çiçek, ağaç ve kuş sesleri. Ve siz sadece geçmişte orada kimler yürüdü, neler yaşandı bilmek istiyorsunuz aslında. Kim bilir ne dedikodular yaptılar değil mi?

Ülke genelinde taksi ucuz olduğu için kentin başından sonuna farklı rotaları ziyaret ettiğimiz zamanlar oldu. Bir bakmışsın Nakş-i Cihan meydanından izledik İsfahan’ı, bir bakmışsın gece yazımın başlığında da dediğim gibi şarkı ismi gibi muhteşem köprülerden.

Zayandeh nehrine uzanan Khajou Köprüsü yine bir 17. Yüzyıl şahaseri ve Şah II. Abbas’ın emriyle yapılmış. Si-O-Se-Pol kentteki 11 köprüden biri olup Zayenderud’un en uzun köprüsü olma ünvanını taşıyor. Gezdiğim ve gecenin büyüsüyle farklı bir keyif aldığım bu iki köprünün ortak özelliği yine sanatla bezenmiş olmasaydı. Sanki çılgın bir denizin üzerinde dalgalar tarafından asla yıkılamayacak birer gemi gibiydiler.

Yaz aylarında herkesin serinlemek ve sosyalleşmek için buluştuğu mekanlar haline gelen bu iki köprünün altından da uzun zamandır su akmıyormuş. Suyun kontrollü kullanımı için yapılan bir uygulama olduğu söylense de genel sistemsizliğe bakınca pek inandırıcı değildi. Perşembe ve Cuma günleri hafta sonu tatillerini yapan İsfahan’lıların gece ışıklandırılan köprülerde ki mutluluklarını ancak görseniz anlarsanız. Gece pikniği yapandan, çayını, kilimini dostunu alıp sohbete gelenler, bir köşede tek başına şarkı söyleyenlerin yanı sıra herkesi etrafına toplayıp geceyi köprünün altında koroyla şereflendirenler. Hiçbir taşkınlık hiçbir kötülük ve kötü sözün olmadığı yaşanabilir anlar…

Köprülerin kalabalık olacağı günleri bilen devrim muhafızları itina ile köşe başlarında görevlerini yaparken, kendi temposunda akan bir hayat var herkes için…

İsfahan’da bulunan Vank Katedrali’ni ziyaret konusunda ne yapsak ne etsek diye konuşurken sanatçı dostum ve rehberim sevgili Mina Golzar, yarın Kaleiçi’ne benzeyen bir yere götüreceğim seni dedi. Vank Katedrali namı diğer Aziz Rahibeler Kilisesi… Bir diğer yazımda Yeni Culfa mahallesinin tarihe tanıklık eden Vank Katedrali’nden bahsedeceğim.

Dünyayı sanatçılar yönetseydi keşke, siyasetin dili renkler olsaydı. Hep birlikte boyasaydık kötülüğü yeşile, barışın rengi mavi olsaydı. Yarın daha güzel bir dünyaya uyanabilmek dileğiyle…

Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…