Merhaba,

Hava gündüz aşırı sıcak olduğu için, işim yoksa asla dışarıya çıkmıyorum. Ama bazı akşamlar, sürekli evde oturmak ruhuma aykırı olduğundan akşam serinliği biraz olsun kendini hissettirdiğinde tarihin izlerini taşıyan Kaleiçi sokaklarına bırakıyorum kendimi.

Taş sokaklarını seviyorum Kaleiçi’nin. İncir ağacının olmadık yerden yeniden doğarak bebek incirlerini insanlara sunduğu sokaklarda, dökülmeye yüz tutmuş tarihi konakların arasında yürüyorum. Artık çoğunluğu iş yerine döndürülmüş konakların, evlerin arasından yürürken geceye yapılan hazırlıkları seyrediyorum. Mekan önleri yıkanıyor, masalar ve sandalyeler düzeltiliyor. Sesi biraz yüksek bir müzik eşliğinde çalışan elemanlar oradan oraya koşturuyor.

Biraz ötede ki sokağın başına park edilen araçlar yüzünden yürümek zorlaşırken, birbirine benzeyen hediyelikçilerin arasından geçiyorum. Mutsuz ifadeleriyle sıcaktan bezmiş bir halde kapının önünde oturuyorlar. Bu yıl işleri pek yolunda değil gibi. Milyarlık halıların duvarlardan sarktığı, yerlere atılıp eskitildiği ara sokaklardan yürürken, içinde hala hayat olan bazı evlerden mis gibi yemek kokuları geliyor.

Ne kadar görmek istemesem de yerler çöp içinde. Belediye işçilerimiz ne kadar çaba gösterip ortalığı temizlemiş olsa bile yere çöp atmaktan zevk alan insanlar var. Şişeler, sigara izmaritleri, naylon poşetler…

Yaz aylarında hava geç karardığı için günler daha uzun gibi görünse de gece ağır ağır çöküyor Kaleiçi’ne. Mekanlardan gelen yemek kokuları, insan ve müzik sesine karışıyor. Kediler her bir masanın başını bekliyor, biraz yemek ve sevgi için. Işıklar değişiyor, bütün diller ve dinler Kaleiçi’nin farklı sokaklarında bir olmanın keyfini yaşamaya çalışıyor. İçkiler içiliyor, sohbetlere kahkahalar eşlik ediyor. Geceye yansıyan mutluluk müzikle güzelleşiyor sanki. Ama bir yere kadar…

Saatler ilerleyip beyniniz artık yeter eve gitme zamanı dediğinde kocaman bir baş ağrısıyla kalkıyorsunuz mekandan. Müzik sanattır asla gürültü olmamalı ama bazen sadece gürültüye dönüşüyor. Birbirini duymayan insanlar masalarda bağıra bağıra konuşuyor. Herkesin elinde bir telefon, yalnız oturan bile sanal alemde görüntülü konuşuyor. Kısacası müzik sesi, insan sesine karışınca taş sokakların tarihi mekanlarında keyif işkenceye dönüşüyor.

Bir zamanların sessiz ve tarihi dokusuyla dokunulmazlığı olduğunu düşündüğümüz Kaleiçi her geçen gün gürültünün eline teslim oluyor. Kaleiçi’nde yaşayan insanların hayatlarını mahveden bu gürültüye bir an önce yaptırım uygulanmalı. Her haline alışmaya çalıştığımız, dünyanın görmek için geldiği güzelim Kaleiçi’mize sahip çıkalım ki daha yaşanabilir hale gelsin. Sokak hayvanlarından çiçeklerine, tarihin izlerine sahip çıkalım.

Faytonların ara sokaklarda dolaştığı, naif insanların bir arada huzurla yaşadığı dönemlerden günümüze uzanan çizgide zamanın düzensiz işlediğini görmek insanı çok üzüyor. Kapılarında yaseminlerin olduğu, portakal çiçeği kokularının tüm Kaleiçi sokaklarını sardığı günleri özlüyor ve geçmişi hayal ediyorum kimi zaman. Evlerin önünde içilen kahveler, uzun sohbetler ve komşuluğun en güzel zamanlarından günümüze uzanan Kaleiçi sokakları…

Bize düşen yaşadığımız kente, oturduğumuz apartmana, sokağımıza, anılarımıza ve ülkemizin her bir karışına sahip çıkmak. Ne gürültüye teslim edelim tarihi mekanlarımızı ne de bir parça toprak satalım ele. Gün birbirimizi anlama, saygı duyma ve el ele verme zamanı…

Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle.