“Müze nedir?” sorusuyla başlamak gerekebilir. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın web sitesine bakmamız yerinde olacaktır.
“Tarihi eserleri tespit eden, bilimsel yöntemlere açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koruyan, tanıtan, sergileyen, eğitim programları aracılığıyla tarihi eserler konusunda halkı bilinçlendirerek toplumun kültür düzeyini yükseltmeyi amaçlayan eğitim, bilim ve sanat kurumlarıdır. Müzeler, bulunduğu kentin prestij yapıtlarındandır.”
Bu tanımı aklımızda tutalım.
Dünyanın en büyük müzesi hangisidir? Hemen Google’a ya da yapay zekaya sorup sıralayabiliriz. Louvre Müzesi, Çin Ulusal Müzesi, Metropolitan, Bilemediniz. Dünyanın en büyük müzesi Türkiye’dir. Anadolu’dur. Burası dünyanın en büyük açık hava müzesidir. Ve bizler milyonlarca yıllık hafızayı barındıran bu dev müzenin içinde yaşayan çok şanslı bir toplumuz.
Bu gerçeği orta yere koyduktan sonra gelelim en zengin, tarihsel derinliğe sahip ve geniş coğrafi beslemeyle zenginleşmeye devam eden müzeye. Burası 5.000’den fazla sergilenen ve 30.000 civarı saklanan/korunan eserin bulunduğu Antalya Arkeoloji Müzesi.
Antalya Arkeoloji Müzesi’nin önemini anlatmak zorunda kalmak benim için gerçekten üzücü bir durum. Çünkü tüm Toroslar çevresi dünya tarihinin bir önceki döneminin önde gelen merkezlerini ve bugünkü uygarlığımızın temellerini ifade eden eserler burada. Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Avrupa, Beylik ve Osmanlı dönemi… Konu anlaşıldı sanırım.
Antalya Müzesi’nde Doğa Tarihi Ve Prehistorya, Seramik Salonu, Bölge Kazıları, İmparatorlar, Tanrılar, Mozaik, Mermer Portreler, Perge Tiyatrosu, Lahitler, Sualtı-Küçük Buluntu – İkona - Sikke Salonları bulunuyor. Üniversitelerde birçok bölümlerin derslerinde laboratuvar olarak kullanılıyor. Diğer eğitim kurumlarından öğrencilere de hizmet veriyor. İnsanlığın geçmişini ve tarihsel gelişimini merak eden turistler ve araştırmacılar da müzeden yararlanıyorlar. 14 sergi salonu, açık hava galerileri ve bahçeler bulunuyor. 1988 yılında Avrupa Konseyi Özel Ödülü’nü aldı. Zaten bir yarışma sonucu seçilen bir mimari planı var.
Müzede neler yok ki… Korydalla Definesi (Sion hazinesi veya Kumluca Definesi), Herakles Heykeli (Perge Herakles Farnese'si veya Herkül Heykeli), Ariadne Lahit Kapağı, Knidos Afroditi, Berenice Vazosu, Sunak (Bomos), Perge’nin Kızı (Plancia Magna), Aurelia Botiane Demetria'nın Lahitleri, Şampiyon Theronides'in Lahdi, Aziz Nicolas (Noel Baba), Osmanlı Dönemi eserleri ve daha birçok paha biçilmez eser. İnsan olarak bizim biz olmamıza katkısı bulunan geçmişimiz ve insanlığın hafızası bu müzede gözlerimizin önünde.
Antalya Arkeoloji Müzesi yerleşkesi; Akdeniz bölgesinin ve Antalya’nın tam olarak ortasında gerekli ve yeterli bir yükseltide bir seyir terası gibi Akdeniz’in eşsiz manzarasının hemen karşısında duruyor. Müzeyi anlatmaya övmeye gerek yok. Onları başka yazılarda da bulabilirsiniz. Günümüzün konusu; müzenin akıbeti ve duyarlı insanların endişeleri.
Birkaç gün önce Antalya Arkeoloji Müzesi’nin yıkılacağına dair inanılmaz bir haber aldım. İlk tepkim; “Öyle şey mi olur? Biz muhalifler de iyice abarttık. Bu ülkede ve bugünlerde bile Antalya Arkeoloji Müzesi’ni yıkmayı göze alabilecek düzeyde Vandalizm olamaz.’ Kulağının üstüne yatıp beklemek deyimi vardır ya, işte öyle yattım kulağımın üstüne. Ve gündelik yaşamıma devam ettim. Bir yandan da aklım orada. ‘Acaba’ diyorum. ‘Yok daha neler’ diyorum.
Böyle duyarsız bir şekilde beklerken kentimizin yetişmiş, nitelikli, duyarlı insanlarının çırpınışlarını görerek daha fazla kayıtsız kalamayacağımı anladım. ‘N’oluyor burada?’ dercesine olayın içine girdim. Haberin doğru olduğunu, Antalya Müzesi’nin gerçekten de birileri tarafından yıkılıp, 35.000 civarında eserin başka müzelere taşınacağını ve yeni müze inşaatı tamamlandığında geri getirileceğini öğrendim. Haber gerçekti. Ve nasıl olduysa, bu kadar önemli bir olay bugüne kadar tüm ülkenin gözünden kaçırılabilmişti. Oysa şimdi araştırdığımda bu konu şubat ayında bazı toplantılarda ilgilileriyle paylaşılmış. Nedense bir farkındalık oluşmamış. Kapanmaya birkaç gün kala bir avuç iyi insandan sorumlu aydın refleksi ile “Bir dakika!” müdahalesi gelmişti. Ardından “YIKAMAZSINIZ!” kararlılığı. İlk adımı atan aydınlarımızı kutluyorum.
Bir dönem dünyayı paylaştığımız, ancak daha sonra tarih sahnesinden çekilen Neandertal akrabalarımızdan bu yana mitolojik, felsefi, sanatsal ne varsa 90 yıldır toplanarak bu müzeye getirilmiş. Antalya Arkeoloji müzesini gezerken 2 milyon yıl öncesine seyahat eder ve oradan insanlığın dramına, kültürüne, tarihine, doğayla mücadelesine, savaşlarına, aşklarına, hayallerine dokunup tekrar bugüne gelebilirsiniz. Bir anlamda uzay yolculuğu, bir anlamıyla astral bir seyahat ve kesinlikle zaman yolculuğu yaşamış gibi olursunuz. Böyle bir olanağı nasıl olur da rant düşüncesiyle, basit küçük kişisel kazançlar uğruna yok edersiniz? Bırakın yok etmeyi, nasıl kast ederesiniz bu cana? Bir değil, bin cinayete bedel olur yıkılırsa. Yapamazsınız. Yapmayın.
Hayatında hiç müze gezmemiş, hayatında hiç kitap okumamış aç gözlü Vandal bazı müteahhit bozuntularına kurban edemezsiniz 2 milyon yıllık zaman yolculuğu fırsatını.
‘Bir dakika!’ deyip itiraz eden insanları gördüm. İzledim. Antalya’nın aydınlık yüzleri müze önündeydi. Modern, ilerici, ağırbaşlı, toplumun iyiliğini isteyen pırıl pırıl kadınlar ve erkekler vardı. Gençler ışıl ışıldı. Kendilerinden emin, saygılı ve ölçülü eylemleriyle bir yanlışa ‘Dur!’ diyorlardı. Hani sakin güç derler ya. İçlerinde akademisyenler, öğretmenler, avukatlar, sanatçılar vardı. Öğrenciler, Emekliler, Emekçiler de.
Profesörler vardı. İşlerini güçlerini bırakıp müze önüne gelecek kadar kızdırmışlar onları. Nezaketlerine bakıp onları hafife almayın. Bir çöp kutusu bulana kadar elindeki çöple dolaşan, kendinden çok toplumu düşünen, etrafına dikkatlice bakıp kime yardımcı olabilirim kaygısıyla yaşayan üretken, duyarlı, iyi yetişmiş insanların tepkileri bunlar. Onlar sizden ballı ihaleler istemiyorlar. Yakınlarını işe yerleştirmenizi istemiyorlar. Üç-beş maaşlı makamlar istemiyorlar. Onlar toplumsal yarar sağlayan bir kurumun korunmasını istiyorlar. Tüm halka ait olan bir değeri birkaç çıkarcının mahvetmesini önlemek istiyorlar. Onları hafife almayın. Fena halde yanılırsınız. Zaten böyle bir işe itiraz eden insanların nezaketli ve zarafetli direniş öyküleri karşısında durma olasılığınız yoktur.
‘Niyetlerinden şüphe ediyoruz.’ diyor içlerinden biri.
İyi niyeti ve entelektüel düzeyi bu noktada olan insanların şüphesini çekmek kolay değildir. Çünkü araştırırlar, soruştururlar. Sorular sorar, başvurular yaparlar. Yapmışlar da. Yanıt alsalar, tatmin olsalar çalışma masalarında kendi işleriyle uğraşmak yerine Antalya’nın Temmuz sıcağında neden kalkıp müzenin önüne gelsinler ki? Şimdi bu insanlar ses yükseltti. Endişelerini ve şüphelerini dile getirdiler. Demek ki yeterli bir açıklama yapılmamış. Tüm toplumu ilgilendiren bir konuda bilgilendirme ve açıklama yapmamanızın nedeni ne olabilir ki? Muhatap bakanlığın en üst düzeyde halkı aydınlatması gerekir. Halk adına orada kamu görevi yapanlar ne yaptıklarını açıklamak zorundalar.
Bir diğeri, ‘Bu cinayettir. Antalya halkından yardım istiyoruz.’ diye çırpınıyor. İçim acıdı inanın. Kendini kurtarmak için yardım istemiyor. Halkın olanı korumak için, insanlığın olanı korumak için yardım istiyor. Herkes kendine sorsun lütfen. Kimden korumak istiyoruz müzemizi? Koruması için görevlendirdiklerimizden olmasın. Ne kadar da acı bir durum.
Şimdi insanlar eylemde. Neredeyse müzede yatıp kalkıyorlar. El yordamıyla ilerliyorlar. Bildikleri, sevdikleri şeyleri yapıyorlar müze bahçesinde. ‘Sandalyeni al gel’ sloganıyla toplanılıyor. Müze bahçesinde kimi yağlıboya resim yapıyor. Kimi müzik yapıyor. Kimi bir şeyler yazıyor. Kimileri sohbet ediyor. Çoğu kitabını okuyor. ‘Müzemize dokunma!’, ‘Müzeyi yıkmanın amacı nedir?, ‘Müze halkındır yıkılamaz.’ sıkça görülen dövizler. Sanat ve kültür ekseninde entelektüel eylemler ve sosyal medya gücüyle ciddi ilerleme kaydedildi. ‘Yıkmak için bu ne acele?..’ en dikkat çekenlerinden. Sahi bu neyin acelesi? Neden doyurucu bir bilgilendirme yapılmıyor? Neden müzenin kapanış tarihi bir açıklanıyor bir erteleniyor? Cidden şüphe etmemek mümkün değil.
Tekrar edelim; kendilerine ‘Müze Savunucuları’ diyen bu insanlar müzenin, tarihin, toplumsal hafızanın peşine düşmüşler. Ekmek, rant, ihale değil...
Benim en fazla takıldığım konu ise; 35.000 civarında eserin kaç müzeye nasıl taşınacağı ve bu işin ne kadar süreceği konusu. Zira bu iş biraz fazla hassasiyet gerektiren ve çok prosedürü olan bir iş. 1 cm’den bir kamyon büyüklüğüne kadar tonlarca ağırlığında eserler var. Günümüzde bu işle görevli olanların yeteri kadar yetkin olabileceklerine dair şüpheler var. Malum liyakat konusu. Tüm envanter hem fotoğraf hem de video görüntüleriyle kayda geçirilip, listeler çıkarılıp tüm halkın erişebileceği ortamlara konulmalı. Gerekirse Blockchain üzerinde dağıtık sistemde tutulmalı. Usulüne uygun paketlenip kazasız belasız taşınmaları sağlanabilecek mi? Çalınmaya, sahtesiyle değiştirilmeye karşı gerekli önlemler tam olarak alınabilecek mi? Gittikleri yerde gerekli iklim ve koruma ortamları sağlanabilecek mi? Sorular, sorular…
Yıkım, taşıma ve tekrar geri getirmenin maliyeti nasıl olacak? Bu ayrı bir soru. Tüm bu işleri şüpheye yer bırakmadan ve müzenin gerçek sahipleri olan halkın gözü önünde şeffaf bir biçimde yapabilecekler mi? Bir sürü soru ve en önemlisi değeri ölçülemez nitelikteki bir eser korunabilecek mi?
Bu yazıyı yazarken Antalya Müzesi bahçe kapısının zincirlenmiş bir fotoğrafı ortama düştü. Anlatılamaz içsel acı yaşadım. Antalya Arkeoloji Müzesine kilit vuruldu. İnsanlığın hafızası zincirlendi. Katılımcıları ve destekleyenleri her geçen gün artan Müze Savunucuları da boş durmayacaktır. Öncelikle Antalya halkının ve ülkemizin önde gelen sanatçı, akademisyen ve duyarlı insanlarının bir gözünün, bir elinin, bir ayağının ve kalbinin Antalya Müzesi’nde olacağına yürekten inanıyorum.